18. yüzyıl sonu ve 19. yüzyıl başında İngiltere başta olmak üzere tüm Avrupa'da gerçekleşen Sanayi Devrimi ile birlikte gelişen ekonomi, ticaret ve teknoloji, daha öncesinde ulaşılmaz gözüken ufukların yakınlaşmasını; lüks sayılan ve yüksek standartlar kategorisinde yer alan ürünlere daha kolay ulaşabilme imkânını sağladı. Akabinde birbirini izleyen gelişmeler, telgraf ve telefonun keşfi, kırsal kesimden şehirlere doğru artan göçler ve nüfusun çoğalması ile oluşan kitle toplumları, üretimin artmasıyla pazar arayışının yaygınlaşması, yeni pazar arayışlarının neticesinde ortaya çıkan emperyalizm kavramı ile sömürgecilik anlayışı, misyonerlik hareketleri ve savaşlar birbirlerinden farklı kesimlerin, toplumların hatta ülkelerin sürekli ve giderek yoğunlaşan bir etkileşime girmelerine sebep oldu. Bu hareketler daha çok ekonomik ve iktisadi kaygıların güdümüyle yapılmış olsa da sosyal ve kültürel boyutuyla dalga dalga yayılan ve tetikleyici nitelikte ciddi neticeleri doğurdu. Bilinmeyenin keşfi, yeni öğrenilenin uyandırdığı merak ve haz duygusu ile bilginin sınırları aşması, giderek ülkelerin, halkların ve kültürlerin birbirleriyle entegre olup bütünleşmesine yol açtı. Böylece küreselleşme duraksamadan gelişen teknolojinin yardımıyla giderek yaygınlaşmaya başladı.
Küreselleşme kavramı sanayi devrimiyle birlikte yaygınlık kazanmış olsa da başlangıcı çok daha eskilere, İpek Yolu'na ve matbaanın icadına kadar götürülebilir. Geçmişten günümüze kadar gelen bu süreçte iç içe geçmiş kültürler, birbirleriyle ilintili dünya görüşleri, kültürel sentezler, sektörleşme ve üretimler, iletişim, ulaşım, medya ve internetin de eklenmesiyle sağlanan erişim özgürlüğü tabii olarak insanoğlunun sanatsal algılanımına da tesir etmiştir. Bu etkileşimler sonucunda sanatın tüm alanlarında yeni yaratımlar ortaya çıkmış ve bunlar akımları oluşturmuştur.
Sanatın dalları arasında insanı kolaylıkla ve hızla etkisi altına alabilen müzik alanında ilkin Batılılaşmanın etkisiyle özellikle çok sesli Klasik Batı Müziği ve eğitimi kendi sınırlarını aşmaya başlamış ve bir gelişmişlik göstergesi olarak algılanarak, ekonomik ve ticari ilişkiler içinde bulunulan farklı ülkelerin kültür ve sanat etkinlikleri içine nüfuz etmeye başlamıştır. Söz konusu olan bu durum aynı ya da farklı şekil ve tarzlarda günümüze kadar hâlâ etkisini korumaktadır. Günümüzde bir sektör ve endüstri haline gelen müzik, telekomünikasyon sayesinde kolaylıkla farklı ülkelere ulaşmış, farklı kültürlerin özgün müzikleriyle sentez oluşturarak yeniden yeni türlerin oluşmasında katkı sağlamıştır. Farklı ülkelerden farklı müzisyenler bu sayede bir araya gelmiş ve birbirlerinden etkilenmiş, kültür alışverişi müzik sektöründe yoğun bir şekilde gerçekleşmiştir. Bu etkileşim sadece müzik ve müzik endüstrisinde değil, müzik eğitiminde de kendini göstermektedir.
Ülkemiz genelinde Osmanlı’nın son dönemleri ve özellikle Cumhuriyet'in kurulmasıyla birlikte Batıya ve Batı kültürüne öykünerek oluşturulan yeni eğitim modelleri, özellikle müzik eğitiminde devlet politikasının da etkisiyle, çok sesli Klasik Batı Müziği ve Klasik Batı Müziği eğitimi, kırsal kesimde kurulan Köy Enstitüleri'nde ağırlıklı olarak keman enstrümanı ile verilmeye başlanmış. Batılılaşma ve Modernizmin en çok görüldüğü İstanbul'da da çeşitli çalkantılı süreçler neticesinde, sonunda Devlet Konservatuvarlarında kendine yer edinmiştir. Bu şekilde gelişen müzik eğitimi anlayışı hem yerel değerleri ve öğeleri içerisinde barındıran etnik özelliğiyle kendi varlığını korurken, Klasik Batı Müziği ve eğitimi de İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde açılan ve her geçen gün sayısı giderek artan kurslarda hem çok sesli Klasik Batı Müziği ve modernizmin etkisinde pop, caz gibi türleriyle hem de yerel, etnik sazlarla etnik öğeleri barındıran müzik alanında eğitimler verilmeye başlanmıştır.
Küreselleşmenin etkilerinin en çok gözlemlendiği özel okullarda verilen müzik eğitimi ise genellikle Klasik Batı Müziği alanında olup, bu alanda verilmiş eserlerin, müfredat ve pedagojik yöntemlerin kullanımı oldukça yaygındır. Özel anaokullarında ve kreşlerde verilen müzik eğitimi, aynı zaman dilimini yaşayan ve deneyimleyen, küreselleşmenin etkisinde dünyanın pek çok farklı ülkesinde verilen müzik eğitimleriyle neredeyse aynı ortak özellikleri barındırmaktadır. Bunlardan başlıcası sayılan Orff Schulwerk müzik eğitimi pedagojisi, Alman besteci Carl Orff tarafından geliştirilmiş ve müziği, henüz çok küçük yaştaki çocuklara beden hareketi, drama ve dil becerilerini de kullanarak, tıpkı ana dillerini öğrendikleri gibi, kendiliğinden ve kolayca öğreten, çocuk merkezli bir yaklaşımdır. Her çocuğun kendi ortamında rahatlıkla ve kolaylıkla öğrenip, uygulayabilecekleri yöntemlerin kullanıldığı müziğin içselleştirilerek öğretildiği bu müzik eğitimi yaklaşımı bugün neredeyse dünyanın her yerinde müzik öğretmenleri ve müzik eğitimi veren kurumlarda uygulanmaktadır. Böylesine yaygınlaşan ve pek çok ülkenin kendi eğitim sistemine adapte olabilen Orff Schulwerk yaklaşımı Amerika'da American Orff Schulwerk Association, Avustralya'da Victorian Orff Schulwerk Association aynı şekilde Kanada, Salzburg ve ülkemizde de Orff Derneği başlığı altında dünyada pek çok ülkede dernek şeklini almıştır. Ülkemiz sınırları içinde genellikle sosyo-ekonomik açıdan yüksek gelirli kesimlerce sıklıkla kreşlerde, anaokullarında ve özel okullarda talep edilerek bir kıstas halini almaya başlamıştır. Pek çok müzik öğretmeni bu eğitimin tamamlanmasıyla elde edilen sertifika programlarının verildiği eğitimlere katılmakta ve gün geçtikçe bu eğitimlere yönelik talepler çoğalmaktadır. Bu eğitimin henüz uygulanmadığı kurumlar da sisteme dâhil olmak için çalışmalarını sürdürmektedir.
Orff yaklaşımının giderek yaygınlaşması ve bu eğitimin kaydettiği başarı ışığında okul öncesi müzik eğitiminin önemine dair yapılan disiplinler-arası bilimsel araştırmalar neticesinde, dünya genelinde giderek daha fazla önemsenmeye başlanan okul öncesi müzik eğitimi, farklı oluşumlar ya da metodu neredeyse aynı ancak farklı isimlerle sahne alan kurumların ve anlayışların ortaya çıkmasını ve yaygınlaşmasını sağladı.