Küreselleşmenin tüm dünyaya yayılan “benzerini yaratma” girişimi, birbirinden farklı kültürlerde, farklı ülkelerde sahip olunması gereken bir değer algısı oluşturur. Böylece toplumların aynı hedefe ulaşma arzusu tetiklenerek var olan bir değer, bir fikir, bir anlayış, bir girişim, bir kişi veya bir eser, üzerinden gelir elde edilen bir markaya dönüşür. Marka büyür, gelişir ve bir kuruma dönüşür.
Geçtiğimiz sayıda bahsettiğimiz, küreselleşmenin etkisiyle dünyaya yayılan Orff yaklaşımı temelinden yola çıkan, ülkemizde farklı şehir ve semtlerde yeni oluşumlarıyla hâlen yapılanmakta olan Gymboree Play & Music, Amerika’dan Suudi Arabistan’a uzanan yaklaşık 550 adet merkeziyle küreselleşmenin bir ürünüdür. Temellerini Orff, Keetman, Dalcroze gibi Avrupa kaynaklı müzik eğitimi pedagojik yaklaşımlarından edinen Gymboree, dünyaya Amerika’dan açılmıştır.
Henüz bir yaşına bile basmamış, altı aylık bebeklerle başlayıp okul döneminin başlangıcına kadar olan yaş grupları için müzik ve diğer sanat dallarını birleştirerek, içerisine ebeveynlerin de dahil edildiği interaktif bir eğitim modeliyle oluşturuldu ve bir marka hâline geldi. 1976 yılında girişimci bir anne ve bir iş kadını olan Joan Barnes tarafından San Francisco’da kurulan Gymboree Play & Music, 30 sene boyunca, kapitalistleşmenin de tetikleyerek ortaya çıkardığı “franchising” yöntemiyle dünyada yaygınlaşmaktadır. Bu yöntemle, belirli kriterleri yerine getirmek koşuluyla dünyanın her yerinden herkesin kendi bölgesinde uygulayabileceği bir sistem içerisinde Gymboree Play & Music programı dünyaya yayılmaya devam ediyor.
Tıpkı Gymboree gibi ancak kökleri biraz daha eskiye dayanan ve ilk olarak 1950’lerde temelleri Doğu Almanya’da Dan Pratt tarafından atılan Kindermusik eğitimi programı ise, Gymboree’nin oluşumuna katkı sağlamış olmakla birlikte, ondan farklı olarak, internet üzerinden webinarlar aracılığıyla, öncelikle eğitimi verecek olan kişiyi eğitip sertifika veren bir sistemdir. Bu sertifikaya sahip olmak için internet yoluyla yapılan uzaktan eğitimin tamamlanıp, sertifika alındıktan sonra, eğitmen kendi bölgesinde Kindermusik adını kullanarak eğitim verebiliyor. Tıpkı Gymboree’de olduğu gibi Kindermusik eğitimi de Orff, Suzuki, Kodály, Dalcroze gibi müzik eğitimi pedagojisinden faydalanılarak, pek çok yaklaşımın bir sentezi olarak önce Avrupa’da başlamış ve 1978 yılında Amerika’ya taşınarak oradan dünyaya açılmıştır. Kindermusik programı ülkemizde, bu eğitimi aldıktan sonra belirli bazı kriterlerin de yerine getirilmesiyle sadece müzik eğitimi veren özel kurumlarda değil, anaokulları ve kreşlerde de uygulanmaktadır.
Okul öncesi müzik eğitimine dair ülkemiz sınırları içerisinde yaygınlaşan bu programlarla birlikte, yeni oluşan ve yine dünya geneline hitap eden farklı eğitim modelleri de çok hızlı bir şekilde sistemleşip, kurumsallaşıp dünyaya yayılmaya devam ediyor.
Okul öncesi müzik eğitimi programları dünya genelinde yaygınlaşmaya devam ederken, aynı şekilde önem kazanan, kendi müfredatlarıyla uygulanan İngiltere menşeli müzik sınav organizasyonları da ülkemiz dahil, dünyanın pek çok bölgesinde uygulanıyor. Kendine ait müzik repertuvarı ve müfredatı olan bu sınav organizasyonlarından biri olan ve ülkemizde Royal Academy olarak bilinen ABRSM (Associated Board of Royal Schools of Music) Batıdan Doğuya yaklaşık 93 ülkede uygulanıyor. Ülkemizde her sene Nisan ayında pek çok özel okulda ve müzik eğitimi veren özel kurumlarda ABRSM tarafından atanan yetkili bir müzisyen ve eğitimci niteliğinde (genellikle İngiliz) bir kişi tarafından yürütülür. Sınava kaydını yaptırmış olan aday, çalacağı enstrümana ve seviyesine göre belirlenmiş olan repertuvar ve müfredata göre hazırlanarak, başvurusunu gerçekleştiren kurumda sınava girer. Aday başarılı olması hâlinde, üzerinde ABRSM tarafından hazırlanmış, denklik derecesini gösteren ve bu sınavların yapıldığı her ülkede belirli bir değeri olan sertifikasını almaya hak kazanır.
Royal Academy dışında bir başka İngiltere menşeli hem klasik hem de pop, caz, rock müzik alanında kendine ait repertuvarı ve müfredatıyla oluşturulmuş sınav organizasyonu da West London University bünyesinde bulunan LCM (London College of Music) kurumudur. Tıpkı Royal Academy gibi LCM de ülkemizde büyük şehirlerde birden fazla temsilcilikle her sene atadığı ve genellikle İngiliz bir müzisyen ve eğitimci olan sınayıcılarını kurumların talep ettikleri tarihlere göre göndererek sınavları icra eder. Pek çok ülkede temsilcilikleri bulunan LCM ülkemizde de yaygındır ve her geçen gün daha fazla sayıda müzik öğretmeni ya da müzik eğitimi alan öğrenci bu eğitim programlarını talep etmektedir.
Belirli bir müfredat ve repertuvarla oluşturulmuş, dünyanın pek çok bölgesinde okullarda ve kurumlarda aktif olarak uygulanan bu sistemlerin yanında, teknolojinin gelişmesi ve herkesin kolaylıkla erişebileceği bir hâl alması sayesinde müzik eğitimi, sadece kurumlarda uygulanmakla kalmayıp, akıllı cep telefonlarında, tabletlerde ve bilgisayarlarda solfej, teori, kulak eğitimi ve beste yapma tekniklerini öğreten uygulamalar aracılığıyla da parmaklarımızın ucunda.
Dikkati çeken bir diğer unsur da giderek küreselleşen ve farklı ülkelerde apayrı kültürlerde dahi talep edilen bu müzik eğitimi programlarının genellikle Batı kökenli olmasıdır. Bu durum, en başta bahsettiğimiz Batılılaşmanın etkisinin halen devam ettiğinin, hatta Batının özellikle kültür ve sanat alanında hegemonyasının da bir göstergesidir. Ancak bu durum, yalnızca Batının kültür ve sanat alanında diğer ülkelerden daha üstün nitelikler taşıyor olmasından kaynaklanmaz. Bilgi yoluyla kazanç ve kar elde etmenin karşı konulamazlığıyla, bu sistemler, uygulayıcı kurumlar tarafından sürekli olarak empoze edilirler. Bu sayede kapitalizmin küreselleştirdiği müzik eğitimi de giderek asıl manasının dışına çıkarak bir metaya dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır.